top of page
Sphere on Spiral Stairs

BİLİNÇLİ TAKSİR İLE TAKSİR KAVRAMI AYRIMI YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA

UYGULAMADA KARŞILAŞILAN SORUNLAR


A. Bilinçli Taksirin, Taksir Kavramı ile Karıştırılması


Türk Ceza Kanunu, genel kabul gören anlayışa uygun olarak, taksiri bilinçsiz ve bilinçli taksir şeklinde ikiye ayırmıştır. Buna göre bilinçsiz taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” ( TCK md. 22/2 ) olduğu halde, bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” dir ( TCK md. 22/3 )


Taksir; istenerek yapılan bir davranışın öngörülebilecek neticesinin, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılması sebebiyle öngörülememesi ve istenmeyen neticenin meydana getirilmesidir.

Bilinçli taksir ise; istenmeyen neticenin öngörülmesine rağmen, neticenin meydana gelmeyeceği inancı ile davranışın isteyerek yapılması halidir. Hem taksir durumunda, hem de bilinçli taksir durumunda netice istenmemektedir. Aralarındaki fark ise; bilinçli taksirde istenmeyen netice öngörülüyorken, bilinçsiz taksirde, dikkatsizlik ve özensizlik nedeni ile istenmeyen netice öngörülememektedir. Neticenin öngörülememesi nedeniyle meydana gelen olayda, basit taksirin kabulüne ilişkin örnek niteliğindeki Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 19.02.2013 tarih ve 2012/12386 Esas, 2013/3694 Karar sayılı kararında;


“Özel Harekat Şube Müdürlüğü’nde polis memuru olan sanığın, gündüz Şube Müdürü nezaretinde, bu işe tahsisli binanın 4. Kat koridorunda 24 kişilik grupla bina operasyonu ve ani çıkan hedeflere karşı silah eğitimi alırken, görev silahı ile şarjörlü- şarjörsüz tetik düşürme çalışması sırasında hepsinin göğüs bölgesinde çelik yelek bulunduğu, sanığın o gece hastanede yatan eşinin yanında refakatçi olarak kalıp uyumadığından yorgunluk, dalgınlık ve uykusuzluk sonucu üzerinde bulunan üç adet şarjörden dolu olanı tabancasına, yapılan seri hareketlerin de katılımı ile, takarak tetik düşürmesi yüzünden arkalı-önlü çalıştığı polisin boynundan yaralanıp ölmesi şeklinde gerçekleşen olayda bilinçli taksirin unsurlarnn bulunmadığı gerekcesiyle, sanığın içinde bulunduğu kişisel durum nedeniyle meydana

gelen neticeyi öngörmesinin mümkün olmadığı bu sebeple olayda bilinçli taksirin unsurlarının oluşmadığı hükme bağlanmıştır. Buna karşın, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 23.02.2012 tarih ve 2011/18371 Esas, 2012/5120 Karar sayılı kararında; “Sanığın, düğün merasiminin yapıldığı kalabalık alan içinde ruhsatsız tabanca ile havaya ateş etme eyleminde, silahtan çıkan merminin düğün yerinde bulunan insanlardan birine isabet edebileceğini öngördüğü halde eylemi gerçekleştirmesinde 5237 sayılı TCK’nın 22/3 maddesinde ifadesini bulan bilinçli taksir halinin varlığı ve bu nedenle sanık hakkında tayin edilen temel cezada arttırım yapılması gerektiği” gerekçesiyle, failin içinde bulunduğu koşullar gereği öngörebildiği, ancak istemediği

neticenin meydana gelmemesi için gerekli davranışları yapmadığı olayda, bilinçli taksirin unsurlarının oluştuğu hükme bağlanmıştır.


Bilinçli taksirin tüm unsurlarının açıkca görülebildiği bir başka örnek olan Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 03.10.2012 tarih ve 2012/1786 Esas, 2012/20631 Karar sayılı kararında; “İleri sürüş teknikleri uzmanı olan sanığın bunun verdiği güvenle olay günü saat 02:20 sıralarında, yerleşim yeri sınırları dışında, aydınlatmanın bulunduğu, hız limitinin 90 km olduğu, hafif eğimli 3 şeritli yol üzerinde, sevk ve idaresindeki aracı ile seyri sırasında, kaza mahalline geldiğinde aşırı hızla viraja girip, bir anda direksiyon hakimiyeti kaybederek, aracı ile kendi yol bölümünde 24 metre fren izin bıraktıktan sonra bariyerlerden karşı yol bölümüne geçip, taklalar atarak 76 metre sürüklenip, ancak durabildiği olayda, araç içerisinde yolcu olarak bulunan müşteki beyanları ve olaydan sonra kaza mahallinde yapılan tespitlerden, mahkeme tarafından, sanığın aracının hızının 200 km’nin üzerinde bulunduğu ve kaza esnasında yasal hız limitinin iki katından daha fazla bir oranda araç kullandığı saptandığından, sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiğinin kabulünde, bir isabetsizlik görülmemiştir” şeklindeki gerekçesiyle, üstün sürüş yeteneği ve tecrübesine güvenerek hareket eden failin, 90 km hız sınırı olan yolda, 200 km üzerinde bir hızla seyretmesi şeklindeki eylemi, istenmeyen neticenin öngörülmüş olması nedeniyle, bilinçli taksir olarak nitelenmiştir. Olayda failin, neticeyi öngörmediği söylenemez; zira, yeteneği ve tecrübesi ne kadar fazla olursa olsun, mevcut yol koşulları dikkate alındığında, neticenin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Ancak fail, öngördüğü neticenin gerçekleşmeyeceği şeklindeki yanlış kanaatiyle hareket etmiş, istemediği neticeyi engelleyecek davranışta bulunmamıştır. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 11.10.2012 tarih ve 2012/2226 Esas, 2012/21494 Karar sayılı benzer bir kararında da; “Söz konusu kamyonun ruhsatında istiap haddinin 13.000kg. net ağırlığının 12.000 kg azami yüklü ağırlığının 25.000 kg. olduğunun belirtildiği ancak 25.12.2008 tarihli tutanakta kamyonun mevcut yüküyle yapılan tartı sonucunda yüklü ağırlığının 44.360 kg. olduğunun belirlendiği, bu aşırı yükün etkisiyle kamyonun çekici dingilinin sağ arka dış tekerleğinin bijonların kırılmasından mütevellit yerinden çıkıp, yola fırlaması sonucu meydana gelen olayda sanığın sonucu öngördüğü” belirtilerek, failin eylemi bilinçli taksir olarak nitelendirilmiştir. Söz konusu olayda fail, mesleği gereği idaresindeki kamyonun taşıyabileceği azami yük sınırını bilmektedir. Ancak; daha önce de defalarca bu yüklerle seyretmesine, tecrübesine, şansına v.s. güvenip, neticenin gerçekleşmeyeceğine inanarak hareket etmekte ve Yargıtay kararında da belirtildiği üzere, suçu bilinçli taksirle işlemektedir. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere; neticenin öngörülmüş olması nedeniyle bilinçli taksir, normal (bilinçsiz) taksir halinden daha yoğun bir kusurluluk durumudur ve böylece taksir ile kast arasında yer alır. Bu özelliği nedeni ile hukukumuzda, bilinçli taksirle hareket edilmesi haline bir takım sonuçlar bağlanmıştır. Her şeyden önce, bilinçli taksir, işlenen taksirli suçun yasal artırım nedenidir. TCK’nın 22/3. maddesinde, bilinçli taksir halinde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birinden yarısına kadar artırılacağı düzenlenmiştir.


Bilinçli taksir, taksirin oluşum şekillerinden biri olduğu için, Türk Ceza Kanunu’nda ayrı bir manevi unsur türü olarak değil, taksirin daha ağır bir hali olarak kabul edilmiştir. Yine TCK’nın 50/4. maddesi uyarınca, taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası, uzun süreli de olsa, diğer koşulların varlığı halinde adli para cezasına çevrilebilir; bilinçli taksir halinde ise, ancak hükmolunan kısa süreli hapis cezası adli para cezasına çevrilebilir. Kanun koyucu, bu düzenleme ile neticeyi öngördüğü halde davranışı gerçekleştiren faili daha ağır bir şekilde cezalandırmayı amaçlamıştır.


Bilinçli taksire bağlanan sonuçlardan bir tanesi de, TCK’nın 89/5.maddesine düzenlenmiştir. Buna göre; taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı iken; TCK’nın 89/1. maddesinde düzenlenen yaralanma halleri hariç bilinçli taksir halinde, soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikayet aranmaz. Bilinçli taksir ve taksir kavramının uygulamada karıştırılmasının temel nedeni; her ikisinde de dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilmesi ve meydana gelen neticenin istenmemesidir. Oysa ki; bu iki kavram öngörme unsurunun olaydaki varlığı ile birbirinden net bir şekilde ayırt edilebilir. Örneğin; acemisi olduğu sürat motorunu hızını ayarlamadan kullanan failin, taksirli hareketi ile kazaya sebebiyet verdiği kabul edilebilir. Ancak fail, denizde yüzen kişileri gördüğü halde, plaja yakın yerlerde hız motorunu kullanır ve bu kişilerden birine çarparak yaralanmasına neden olursa; failin artık bilinçli taksirle hareket ettiği kabul edilmelidir. Zira fail, neden olabileceği kötü sonuçları öngörmekte; ancak, şansına, yeteneğine, tecrübesine v.s. güvenerek öngördüğü sonucun gerçekleşmeyeceğine inanmaktadır. Taksirli suçlar, en çok toplumsal düzene ilişkin kuralların ihlal edilmesi sonucu ortaya çıkar. Ancak, her kural ihlali de başlı başına bilinçli taksire vücut vermez. Bu konuya ilişkin Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 23.11.2011 tarih ve 2011/1279 Esas, 2011/5772 Karar sayılı kararında; “Dosya kapsamına göre sanığın sürücü belgesiz ve süratli araç kullanmaktan ibaret eyleminde bilinçli taksirin koşulları oluşmadığı gözetilmeden verilen cezanın bu nedenle artırıma tabi tutulması” gerekçesiyle, sanığın sırf ehliyetsiz araç kullanmama kuralını ihlal etmesinin, başlı başına bilinçli taksir olarak nitelenemeyeceğine hükmedilmiş iken; kırmızı ışıkta geçmeme kuralını ihlal eden sanığın eylemine ilişkin 01.04.2013 tarih ve 2012/16272 Esas, 2013/8216 Karar sayılı kararında; “Trafik kazası tespit tutanağı, katılan ile tanık Ali Veral’ın beyanlarına göre sanığın kırmızı ışıkta geçerek kazaya sebebiyet verdiği olayda bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu” şeklindeki gerekçesiyle, bilinçli taksirin unsurlarının oluştuğuna hükmedilmiştir. Her ne kadar söz konusu iki olayda da kural ihlali yapılması nedeni ile benzer sonuçlar ortaya çıkıyor gözükse de; sürücü belgesiz araç kullanan sanıktan, sırf bu durumu nedeni ile neticeyi öngörmesi beklenemez. Buna karşın; kırmızı ışıkta bilerek geçen sanık, başka yöne yeşil ışığın yanmakta olduğunu, böylece o yönden gelecek araçlarla bir kaza yaşanabileceğini öngörmektedir. Sonuç olarak irdelenen Yargıtay kararlarında da görüldüğü üzere, her kural ihlali suça bilinçli taksir niteliği vermez. Her somut olayda neticenin öngörülebilir olup olmadığı; öngörülebilir ise, fail tarafından öngörülüp öngörülmediği somut olayın özellikleri göz önünde bulundurularak irdelenmelidir. Ancak; Yargıtay kimi ağır kusurluluk hallerinde, olayda öngörme unsurunun olup olmadığını araştırmaksızın bilinçli taksirin varlığını kabul etmektedir. Örneğin; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 19.04.2012 tarih ve 2012/14241 Esas, 2012/10581 Karar sayılı kararında, “Sanığın yönetimindeki minibüs ile 246 promil alkollü vaziyette seyri sırasında tali kusurlu olarak kazaya sebebiyet verdiği olayda, Adli Tıp Kurumu’nun bilimsel verilere dayanarak oluşturduğu görüşlere ve dairemizin yerleşmiş uygulamalarına göre, 100 promilden fazla alkol miktarının güvenli sürüş yeteneğini ortadan kaldıracağından, bilinçli taksir hükümlerinin uygulanmaması gerektiğine ilişkin tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiştir.” şeklindeki gerekçesiyle, olay anında 100 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullanan sanığın, güvenli sürüş yeteneğinin bulunmadığı, dolayısıyla bu alkol düzeyi üzerinde araç kullanan sürücünün neden olduğu kazayı öngördüğü ve fakat yine de araç kullanmakla bilinçli taksir halinde suçu işlediği kabul edilmiştir.

Şüphesiz, alkol ve uyuşturucu içerikli maddeler, kişilerin davranışlarını yönlendirme yeteneğini etkiler. Bu etki, kişinin bünyesine, alışkanlıklarına, alınan alkol veya uyuşturucu maddenin miktarına ve türüne göre değişebilir. İşte bu nedenle uygulamada belirli bir kriter oluşturmak adına, Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Dairesi’nin istikrarlı raporları da dikkate alınarak, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında, bireysel farklılıkları da elimine edebilecek şekilde 100 promilden yüksek olarak saptanan alkol düzeyinin, güvenli sürüş yeteneğini kaybettirdiği ve bu şekilde meydana gelen olaylarda bilinçli taksirin vücut bulduğu kabul edilmiştir. Kanaatimce de; kişinin bünyesine, alınan maddenin miktarına ve türüne göre değişkenlik gösterebilecek etkilerin, bilimsel verilere göre tespit edilen bir miktarın üzerinde bulunduğunun tartışmasız kabulü, benzer olaylarda uygulama farklılıklarının oluşmaması açısından yararlı ve zorunludur. 100 promilin altındaki düzeylerde ise; olayın oluş şekli ve alınan alkolün kişinin davranışlarını yönlendirme yeteneğine etkisi değerlendirilerek, olayda bilinçli taksirin unsurlarının oluşup oluşmadığı belirlenecektir.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
İspat Kavramı

Hukuki bakımdan ispat, uyuşmazlığın halli bakımından önem taşıyıp taraflar arasında çekişmeli bulunan vakıalara ilişkin olarak hâkimi kanunda öngörülen ispat araçlarını, yani delilleri kullanmak suret

 
 
 

Yorumlar


bottom of page