KESİN SÜRE, HAKİMİN KESİN SÜREYİ YANLIŞ GÖSTERMESİ, KESİN SÜREDE YAPILMAYAN İŞLER,
- gözde pasin
- 14 Tem
- 6 dakikada okunur
HÂKİMİN KARARINDA KANUNİ SÜREYİ YANLIŞ GÖSTERMESİ
HMK 94’e göre kanunun belirlediği süreler kesin olmakta örneğin HMK 20’ye göre tarafların görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemeye başvurarak dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi 2 haftalık kesin süreye bağlanmıştır. Nitekim 2 hafta içinde taraflar böyle bir talepte bulunmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Kanunun belirlediği kesin sürelerin yanı sıra hâkim de süreleri kesin olarak tayin edebilir. Hâkimin tespit ettiği süreler ise kural olarak kesin değildir. (KURU, Baki, Prof. Dr.; ARSLAN, Ramazan, Prof. Dr.; YILMAZ, Ejder, Prof. Dr.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
MADDE 90- (1) Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez.
(2) Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeplerle artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.
Dolayısıyla hâkim her ne kadar kanuni örneğin temyiz sürelerine ilişkin artırma veya eksiltme yapamasa da kendi tayin ettiği süreleri artırabileceği gibi azaltabilecektir.
Nitekim YARGITAY HGK E.2012/55, K.2012/249 T.28.3.2012 tarihli kararında:
“Kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:
İlk koşul, hâkimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hâkimin verdiği ikinci sürenin kesin olması, bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2). Bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi, sonuç değişmez.
İkinci halde ise, yasaya göre hâkimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir. (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir. Hal böyle olunca, kesin süreye ilişkin ara kararında, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının belirtilmesi, bilhassa tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, tanınan süre içinde yapılması istenen işlerin ne olduğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, kesin süreye uymamanın doğuracağı sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması, gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.” Hususlarını belirtmiştir.
Hâkimin kararında belirteceği kanuni dolayısıyla kesin sürelerin yanlış belirtilmesi hususunda ise yüksek mahkemeler arasında görüş farklılıkları bulunmaktadır. Yargıtay’a göre kanundaki kesin sürelerin uygulanması gerekmekte olup taraflara bu husus kazanılmış hak sağlamayacaktır. Nitekim Yargıtay HGK 13.3.2013’te 19-779/355 sayılı kararı bu yöndedir:
“Sulh Hukuk Mahkemesi kararlarının 8 gün içinde temyiz edilebilmesine rağmen yerel mah kemece kısa kararda temyiz süresinin ‘iki hafta’ olarak belirtilmiş olması nedeniyle davalı vekilinin kararının tebliğinden itibaren 11 gün sonra verdiği temyiz dilekçesinin kabul edilme imkânının olup olmadığı değerlendirilmiştir… Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır. Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir. Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re´sen gözetilir. Hâkimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir. Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m. 94/2, HUMK m. 163). Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından da sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Eş söyleyişle kanunun öngördüğü bir süre hâkim tarafından uzatılıp kısaltılamaz. Temyize ilişkin süreler de yasa tarafından düzenlenen kesin sürelerdir ve re´sen gözetilmesi gerekir. Genel Kurul görüşmeleri sırasında bir kısım üyelerce; mahkeme kararında yanlış belirtilen sürenin davanın tarafını yanıltmasından kaynaklanan hak kaybının önlenmesinin gerektiğini ve temyiz incelemesinin yapılmasının gerektiğini belirtmişler iseler de kurul çoğunluğunca bu görüş kabul edilmemiştir. Yukarıda açıklanan yasal mevzuat çerçevesinde sulh hukuk mahkemelerinde verilen hükümler için temyiz süresi direnme kararının tebliği edildiği 11.05.2010 tarihi itibarıyla 8 gün olup, mahkemece bu sürenin “iki hafta” olarak değiştirilmesi mümkün değildir. Bu itibarla, direnme kararını temyiz edildiği 22.05.2012 tarihi itibarıyla (8) günlük yasal temyiz süresi dolduğundan, temyiz isteminin süre yönünden reddinin gerektiğine kurul çoğunluğunca karar verilmiştir...”
Ancak AYM başvuru numarası 2017/34763 olan İnta Mühendislik Mimarlık İnş. San. Ve Tic. Ltd. Şti. bireysel başvurusunda “Olay tarihinde de yürürlükte olan 2004 sayılı Kanun'un 164. maddesinin ikinci fıkrasına göre Mahkeme tarafından verilen kararlarla ilgili olarak on günlük temyiz süresinin öngörüldüğü, somut olay açısından temyiz süresinin on beş gün olduğuna ilişkin genel kuraldan ayrı bir durumun söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.
44. Başvuru konusu kararın verildiği tarihte yürürlükte olan 2004 sayılı Kanun’un 164. maddesine göre ticaret mahkemesince verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf veya temyiz yoluna başvurabileceğinin öngörüldüğü, yine 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde kanun yolları ve süresinin hüküm içeriğinde yer alması gerektiğinin düzenlendiği anlaşılmaktadır.
45. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Kemal İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015, § 49). Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın başvurucunun mahkemeye erişim hakkını, Anayasa'ya aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir.
46. Anayasa Mahkemesi; mahkemeye erişim hakkı yönünden inceleme yaptığı kararlarında, dava açma sürelerini düzenleyen, son derece karışık ve dağınık olan bir mevzuatın aşırı şekilci (katı) yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini, özellikle başvuru mercii ve süresi gösterilmeyen durumlarda mahkemelerin usul kurallarını yorumlarken mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde katı yorumdan kaçınmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Özellikle hukuk sisteminde var olan yedi, sekiz, on, on beş, otuz günlük, bir ve iki haftalık, bir aylık kanun yolu sürelerinin çeşitliliği ve ilgili usul kanunlarında bu sürelere ilişkin yapılan değişiklikler dikkate alındığında kanun yolu sürelerinin karışıklığa neden olmayacak şekilde sade olduğunu söylemek güçtür. Bu noktada hak arama özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu süresinin belirtilmesinin ayrı bir önem taşıdığı açıktır. Bu durum özellikle ayrı ihtisas mahkemesi bulunmayan yerlerde çeşitli sıfatlarla görev yapan asliye hukuk mahkemeleri açısından belirginleşmektedir.
47. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini de gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi, Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında göz önünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete (aynı zamanda mahkemelere) güven duyabilmesini, devletin (aynı zamanda mahkemelerin) de bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
48. Somut olayda başvurucu, Mahkemece gerek kısa kararda gerekse gerekçeli kararda gösterilen on beş günlük süreye uyarak temyiz talebinde bulunmuş ancak Yargıtay sürenin on beş gün değil de on gün olduğu gerekçesiyle başvurucunun temyiz istemini reddetmiştir. Oysa mahkemelerin kanun yolunu ve süresini ilgili kanun ve içtihatlara uygun olarak taraflara doğru gösterme yükümlülüğü altında olduğu dikkate alındığında başvurucunun ilk derece mahkemesi kararında gösterilen süreyi esas almasının makul görülmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin önceki başvurularda ortaya koyduğu, yukarıda özetlenen ilkeler dikkate alındığında kanun yolu sürelerinin sade olduğunun söylenemeyeceği bir sistemde ilk derece mahkemesince gösterilen temyiz süresine, hukuki güvenlik ilkesine uygun şekilde güvenerek hareket eden başvurucunun temyiz talebinin süreden reddedilmesiyle haksız yere yüklenen külfetin ölçülü olmadığı ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
İncelenen başvuruda, başvurucunun temyiz isteğinin süreden reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Daire kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
57. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Yargıtay Dairesine gönderilmesi için Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
58. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Comentários